Hocaların hocası Boratav yazdı: Mehmet Şimşek’in iki hedefi… Her şey bu belgede gizli…

“Hocaların hocası” Korkut Boratav, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yönetiminin yeni ekonomi politikalarını, programdan beklentileri ve ana muhalefetin ılımlı yaklaşımını değerlendirdi.

BirGün Gazetesi’ne konuşan Boratav, “Ek kanıtlara gerek yok: Mehmet Şimşek bugünlerde bir IMF programı uygulamaktadır” dedi. “Şimşek’in temsil ettiği IMF programı ise bir ekonomik krizi geçiştirmeye gelmedi. Tam aksine, ekonominin ortalama yüzde 4,3 oranında büyüdüğü 2016-2022 yıllarında neoliberal reçeteleri çiğneyen Saray politikalarını ‘rasyonelleştirmek’ için geldi” diyen Boratav, “Türkiye ekonomisi bu dönemde hiçbir yıl küçülmedi; geleneksel tanımı ile “ekonomik kriz” yaşamadı. Ama ücretli işçi sınıfı Cumhuriyet iktisat tarihinin son ağır bölüşüm şoklarından birini yaşadı” yorumunu yaptı.

İşte Prof. Korkut Boratav’ın BirGün’ün sorularına verdiği yanıtlar:

Mehmet Şimşek yönetiminin ekonomi planı, açıklanmaya başlanan yeni vergilerle somutlaşmaya başladı. “Sınıfsal vergilendirme” diye de bahsedilen politika, Türkiye’de emeği ile geçinen milyonlar için nasıl bir gelecek sunuyor? İktidar bu politikayla ne hedefliyor?

Mehmet Şimşek, nicel hedefleri olan bir programı izliyor. Bir hareket noktası olarak Eylül 2023’te yayımlanan Orta Vadeli Programdan (OVP’den) söz edebiliriz. Bu belge Şimşek göreve başladıktan sonra yayımlandı. Öncelikleri açısından farklı iki muhatap gözetmektedir: Uluslararası finans kapital ve Cumhurbaşkanı… Politika araçları istikrar önceliklidir; parasal ve malî disiplin içermektedir. Büyümeye ilişkin makro-ekonomik öngörüler ise Cumhurbaşkanı’nın önceliklerine dönüktür.

Çelişkili öncelikler, OVP’nin tutarlılığını zedelemektedir. 2023’ü izleyen üç yılda faiz dışı bütçe açığı kaybolacak; fazlaya dönüşecektir: Millî gelire oranlandığında kamu maliyesinde kemer sıkma (eksi 3,7 > artı 1,1) 4,8 puandır. Üç yıla dağılmıştır; ama ekonomiyi küçültmesi, en azından ciddi boyutlarda durgunlaştırması beklenirdi. Tam aksine üç yılda ekonominin büyüme oranı yüzde 4’ten yüzde 5’e yükselecektir. OVP’nin tutarlılığı zedelenmiştir, ama Cumhurbaşkanı’nın iyimser beklentileri de programa yerleştirilmiştir.

Programın revizyonunu Mehmet Şimşek üstlendi. Bu revizyonun doğrudan doğruya IMF ile iletişim içinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Güncelleşmiş veriler nerede? IMF’nin WEO veri bankasında Nisan 2024’te değiştirilen Türkiye ekonomisine ait nicel öngörülerde…

“IMF DE BU PROGRAMI ÖNERİYOR”

2028’e uzanan yeni öngörüler IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantısı ile aynı tarihte yayımlandı. Mehmet Şimşek o toplantıya katıldı; IMF yönetimiyle görüştü. IMF Başkan Yardımcısı Gita Gopinath Şimşek’le yapılan görüşmelerin çok faydalı olduğunu açıkladı. IMF’nin Avrupa direktörü Alfred Kammer de bir demeç verdi: “Biz de Türkiye’ye şu andaki ekonomi ekibinin programını tavsiye ederdik.”

Ek kanıtlara gerek yok: Mehmet Şimşek bugünlerde bir IMF programı uygulamaktadır. Programının politika araçlarını, hedeflenen sonuçlarını, IMF/WEO veri bankasının 2024-28 makro-ekonomik istatistiklerinde gözlemekteyiz.

Program, para politikasında ve kamu maliyesinde daraltıcı önlemler içermektedir. Kamu dengesi/millî gelir oranı ile ölçülen maliye politikalarında daralma 2025-26’da gerçekleşmektedir. Yüzdeler olarak ifade edelim: İki yılda 1,2 puanlık bir daralma (eksi 4,4 > eksi 3,2) … OVP’ye göre “biraz daha insaflı” bir kemer sıkma söz konusudur.

Öngörülere gelelim: Dönemin sonlarında istikrarsızlık sadece bir nebze hafiflemektedir: Enflasyon yüzde 20’lik; cari işlem açığının millî gelire oranı yüzde 2’lik eşiklere takılmaktadır. 2023 ile karşılaştırılırsa 2024-26’da ekonomi durgunlaşacak; büyüme oranı 1,3 puan (%4,5 > %3,2) gerileyecektir.

Durgunlaşmanın toplumsal maliyetine ışık tutan IMF öngörüleri “dar tanımlı işsizlik oranının yüzde 10’luk eşiğe takılması” ile sınırlıdır. Türkiye ekonomisine dair bilgilerimiz gösteriyor ki geniş anlamda işsizlik veya âtıl işgücü oranları yüzde 23’ü aşacak; bunlar kamu maliyesinde regresif (eşitsizliği artıran) kemer sıkma yöntemleri ile birleştiğinde 2022’de zirveye ulaşmış olan toplumsal bunalım daha da ağırlaşacaktır.

“ŞİMŞEK’İN MİSYONU DERVİŞ’TEN FARKLI”

Milli Eğitim politikalarına baktığımızda ve Bakanı Tekin’in “öğretmenleri kamu fonluyor” diye dert yanması, ekonomide tasarruf hamleleri… Derviş dönemi IMF programına bir geri dönüşten bahsetmek mümkün mü?

Bakan Tekin’in sözleri emekli bir öğretmen olarak beni de doğrudan doğruya ilgilendiriyor. Kendi adıma hüzün duyduğumu söyleyebilirim.

Kemal Derviş dönemindeki ve bugünkü IMF programlarının ortamları farklıdır. Derviş dönemini de kapsayan IMF programı süresinde iki ekonomik kriz yılı (1999 ve 2001’de) yaşandı. “Beş kayıp yıl” içeren 1998-2002 döneminde kişi başına millî gelir geriledi. 2001’e gelindiğinde sermaye sınıfı da bunalımdadır: İSO’nun 500 büyük sanayi şirketinin bölüşüm tabloları göstermektedir ki, artık değer sadece faiz ödemelerinden oluşmakta; kârlar negatif seyretmektedir.

Krizin emekçilere yansıması yoksullaşma biçiminde gerçekleşmiş; 2002 seçimi de iktidar koalisyonunun TBMM’den tümüyle tasfiyesi ile sonuçlanmış; AKP’yi iktidara getirmiştir.

Şimşek’in temsil ettiği IMF programı ise bir ekonomik krizi geçiştirmeye gelmedi. Tam aksine, ekonominin ortalama yüzde 4,3 oranında büyüdüğü 2016-2022 yıllarında neoliberal reçeteleri çiğneyen Saray politikalarını “rasyonelleştirmek” için geldi. Türkiye ekonomisi bu dönemde hiçbir yıl küçülmedi; geleneksel tanımı ile “ekonomik kriz” yaşamadı. Ama ücretli işçi sınıfı Cumhuriyet iktisat tarihinin son ağır bölüşüm şoklarından birini yaşadı. Kamuoyunda ekonomik kriz algılamasının yaygınlaşması, enflasyonun hızlanması ile daha da ağırlaşan, beyaz yakalı emekçileri de kapsayan bu bölüşüm şokundan kaynaklanıyor.

“MUHALEFETİN GÜNDEMİ SERVET VERGİSİ”

Ana muhalefet içerisinden isimlerin, muhalif ekonomistlerin ve medyanın Şimşek’e destek yorumlarını nasıl okumak gerekiyor? İktidar ve muhalefet arasında sermaye çıkarları doğrultusunda bir siyasal ittifak olarak yorumlanabilir mi?

Türkiye’de ana-akım iktisatçıları içinde bazıları Ecevit hükümetinin AKP’ye devrettiği IMF programına katılmıştı. “AKP’nin Lale Devri” olan 2003-07 yıllarının ekonomik göstergelerini ve AB bağlantılarını özlemle anan liberal iktisatçıları da bunlara ekleyebiliriz.

CHP’ye odaklanırsak, bu parti ile Altılı Masadaki müttefikleri neoliberal bir ekonomi programda anlaşmıştı. Yeni CHP yönetimi şimdiye kadar bu konuda bir belge yayımlamadı. Ne var ki, CHP genel başkan yardımcısı olarak görev alan Yalçın Karatepe, Saray’ın 2023’e kadar sürdürdüğü politikaların yanı sıra Mehmet Şimşek’i eleştiren iktisatçılardan biridir. CHP’nin vergi reformu üzerindeki önerilerini bugünlerde Mehmet Şimşek’e de aktaracaktır.

Karatepe görüşme öncesinde Cumhuriyet’e demeç verdi: “Şimşek’le ekonomi programı çalışmayacağız. Tarımsal desteklerin artırılmasını, asgari ücretlerin ve emekli maaşlarının enflasyon oranına refah payı eklenerek artırılmasını savunacağız. Yoksullaştırıcı ekonomi politikalarının karşısında olduğumuzu ifade edeceğiz.” Bugünkü CHP yönetimi ile iktidar arasında sermaye çıkarları doğrultusunda bir ittifak söz konusu değildir.

Bu tespit önemlidir; zira Türkiye emekçilerinin sözünü ettiğimiz son bölüşüm şoku, bir bütün olarak sermayeyi, özellikle de rantiye katmanlarını ihya etmiştir. Sermaye ile hesaplaşmadan bugünkü toplumsal bunalımdan çıkmak mümkün değildir.

Bu “hesaplaşmanın” vergi reformu üzerinde odaklanması en “ılımlı” seçenektir. Covid salgını sonrasında IMF dahi, etkili servet vergilerini savundu. Öncelikle sermayenin rantiye, parazit katmanlarının yükünü artıran, servet vergilerini de içeren bir vergi reformu CHP’nin bugüne kadar “kâğıt üstünde” kalan sosyal demokrat kimliğine de yakışır. Karatepe, yukarıda sözünü ettiğim demecinde Türkiye’de dolaysız vergilerin yüzde 65 oranına yükseltilmesini savunuyor. Bu boyutta bir dönüşüm, ister istemez sermaye ile hesaplaşmayı kaçınılmaz kılar.

Servet vergilerini tamamlayıcı adımlar da gerekecektir. Türkiye kamu maliyesi, “vergi gideri” diye bir kavram üretmiştir. Ezici çoğunluğu şirketlere sağlanan teşvik, istisna ve muafiyetleri içeren bir terim… Tümünün 2 trilyon TL’yi aştığı biliniyor. Bu “tuhaf” kaynak aktarımına son verilerek kamu gelirlerine eklenmesi ve emekçilerin son yıllarda derinleşen yoksulluğunu hafifletecek kamu harcamaları ile bütünleşmesi, vergi sisteminin adaletsiz, regresif özelliğini hafifletecektir.